-
1 Angriffsfläche
Angriffsfläche f fig (jemandem) eine Angriffsfläche bieten (b-nin) boy hedefi olmak, (b-ne) açık vermek -
2 Blöße
sich (D) eine Blöße geben ek yerini göstermek, açık vermek -
3 Blöße
-
4 give away
vermek, armagan etmek; dagitmak; ele vermek, açik etmek; kocaya vermek, evermek -
5 clear
adj. açık, belirli, berrak, şeffaf, saydam, bulutsuz, parlak, aydınlık, belirgin, belli, ortada, aşikâr; temiz, net, anlaşılır; zeki; kuşkusu olmayan, emin; saf, katışıksız, tiz, masum; tüm, tam, bütün; engelsiz, takıntısız————————adv. açıkça; uzağa, uzakta; tamamen, bütünüyle————————n. boşluk, boş alan————————v. açıklamak, aydınlatmak, bilgi vermek, açmak, temizlemek, berraklaşmak, boşaltmak, tahliye etmek, gidermek, kaldırmak; kurtarmak, aklamak; sıyırıp geçmek, aşmak, geçmek; elde etmek, kazanmak; ödemek; kapatmak; gümrükten çekmek; temize çıkarmak; dağılmak; limana giriş veya çıkış izni almak; seyretmek (gemi); ormanda alan açmak* * *1. açık hale getir (v.) 2. temizle (v.) 3. açık (adj.)* * *[kliə] 1. adjective1) (easy to see through; transparent: clear glass.) saydam, şeffaf2) (free from mist or cloud: Isn't the sky clear!) açık, bulutsuz3) (easy to see, hear or understand: a clear explanation; The details on that photograph are very clear.) kolayca anlaşılan, belirgin4) (free from difficulty or obstacles: a clear road ahead.) açık, serbest, boş5) (free from guilt etc: a clear conscience.) huzurlu, rahat6) (free from doubt etc: Are you quite clear about what I mean?) iyice anlamış7) ((often with of) without (risk of) being touched, caught etc: Is the ship clear of the rocks? clear of danger.) engelsiz, tehlikesiz, serbest8) ((often with of) free: clear of debt; clear of all infection.) serbest, kurtulmuş2. verb1) (to make or become free from obstacles etc: He cleared the table; I cleared my throat; He cleared the path of debris.) temizlemek2) ((often with of) to prove the innocence of; to declare to be innocent: He was cleared of all charges.) suçsuz bulmak, aklamak3) ((of the sky etc) to become bright, free from cloud etc.) açmak4) (to get over or past something without touching it: He cleared the jump easily.) üzerinden aşmak•- clearing
- clearly
- clearness
- clear-cut
- clearway
- clear off
- clear out
- clear up
- in the clear -
6 zugänglich
zugänglich ['tsu:gɛŋlıç] adj1) ( erreichbar) erişil(ebil) ir, kolayca ulaşılır, kolay ulaşılabilir; ( aufgeschlossen) açık (fikirli)der Allgemeinheit \zugänglich kamuya açık;jdm etw \zugänglich machen birinin bir şeyi kullanmasına izin vermek -
7 bid
n. teklif, fiyat teklifi, ihale, para sürme, deklarasyon, girişim, teşebbüs, davet————————v. fiyat vermek, teklif vermek, deklare etmek; söylemek, demek, emretmek, davet etmek; elde etmeye çalışmak* * *1. açık indirime gir (v.) 2. parasal teklif (n.) 3. teklif et (v.) 4. teklif (n.)* * *[bid] 1. verb1) (- past tense, past participle bid - to offer (an amount of money) at an auction: John bid ($1,000) for the painting.) fiyat teklif etmek, fiyat arttırmak2) ((with for) - past tense, past participle bid - to state a price (for a contract): My firm is bidding for the contract for the new road.) fiat vermek3) (- past tense bade [bæd], past participle bidden - to tell (someone) to (do something): He bade me enter.) söylemek, buyurmak, emretmek4) (- past tense bade [bæd], past participle bidden - to express a greeting etc (to someone): He bade me farewell.) demek, dilemek2. noun1) (an offer of a price: a bid of $20.) fiyat teklifi2) (an attempt (to obtain): a bid for freedom.) girişim, çaba•- bidder- bidding
- biddable -
8 verraten
verraten <unreg, o -ge-, h>kannst du mir (mal) verraten, warum? söyler misin (hele), niçin …?;nicht verraten! sen söyleme!, açık etme!2. v/r: sich verraten kendini açığa vurmak -
9 Wort
kelime, sözcük; ( Ausdruck) söz, laf;\Wort für \Wort kelime kelime, kelimesi kelimesine;im wahrsten Sinne des \Wortes kelimenin tam anlamıyla;in \Worten sözle;mir fehlen die \Worte söyleyecek söz bulamıyorum, ne diyeceğimi bilemiyorum;davon ist kein \Wort wahr bunun bir kelimesi bir doğru değil;ein paar \Worte wechseln biraz laflamak;ein offenes/ernstes \Wort mit jdm reden biriyle açık açık/ciddi olarak konuşmak;das \Wort an jdn richten birine sözü yöneltmek;nicht viele \Worte machen fazla laf etmemek;jdn mit leeren \Worten abspeisen birini boş laflarla atlatmak;etw mit keinem \Wort erwähnen bir şeyin sözünü bile etmemek;mit anderen \Worten yani, diğer bir deyişle;ein \Wort gab das andere söz sözü açtı;hast du \Worte? ( fam) buna ne diyebilirsin ki?;das letzte \Wort haben son söz sahibi olmak;das \Wort hat Herr Müller söz sırası Bay Müller'de;das \Wort ergreifen söze başlamak;jdm ins \Wort fallen birinin sözünü kesmek;etw in \Worte fassen bir şeyi sözle ifade etmek;jdm sein \Wort geben birine söz vermek;sein \Wort halten sözünde durmak;sein \Wort brechen sözünde durmamak, verdiği sözden dönmek, verdiği sözü tutmamak;jdn beim \Wort nehmen birinin sözünü senet saymak -
10 air
In m1 hava [ha'va]2 en l'aira yukarıyab dağıtmakc boş yere3 en plein air açık havadaIIn mhava [ha'va]♦ avoir l'air benzemek◊Elle a l'air gentille. — İyi bir kıza benziyor.
n mmus arya -
11 подставлять
несов.; сов. - подста́вить1) (подо что-л.) altına koymak / yerleştirmek2) ( придвигать) çekmekк на́шему сто́лику подста́вили еще оди́н — masamıza bir masa daha eklediler
официа́нт подста́вил ей стул — garson oturacağı sandalyeyi altına sürdü
3) vermek; uzatmakподставля́ть кому-л. плечо́ — birine omuz vermek
подставля́ть щёку — yanağını uzatmak
4) ( лишать всякой защиты) açık / savunmasız bırakmak5) ( заменять чем-либо) yerine koymak••подста́вить но́жку кому-л. — birine çelme takmak; перен. birinin ayağının altına karpuz kabuğu koymak
-
12 direct
adj. direkt, doğru, doğrudan doğruya; dolaysız; kestirme; açık; anlaşılır; dürüst; güneş çevresinde doğudan batıya dönen————————v. yönetmek, idare etmek, yöneltmek, direktif vermek, komuta etmek, yönlendirmek; yol göstermek; adres yazmak (gönderiye); atfetmek; emretmek* * *1. doğrudan 2. yönet (v.) 3. doğrudan (adj.)* * *[di'rekt] 1. adjective1) (straight; following the quickest and shortest way: Is this the most direct route?) doğrudan, direkt2) ((of manner etc) straightforward and honest: a direct answer.) dürüst, içten3) (occurring as an immediate result: His dismissal was a direct result of his rudeness to the manager.) direkt, doğrudan4) (exact; complete: Her opinions are the direct opposite of his.) kesin, tam5) (in an unbroken line of descent from father to son etc: He is a direct descendant of Napoleon.) doğrudan2. verb1) (to point, aim or turn in a particular direction: He directed my attention towards the notice.) yöneltmek2) (to show the way to: She directed him to the station.) yolu/yeri tarif etmek3) (to order or instruct: We will do as you direct.) talimat vermek, emretmek4) (to control or organize: A policeman was directing the traffic; to direct a film.) yönetmek•- directional
- directive
- directly
- directness
- director
- directory -
13 Blankovollmacht
sınırsız yetki;jdm \Blankovollmacht erteilen birine sınırsız yetki vermek, birine açık bono vermek -
14 lassen
lassen <lässt, ließ, gelassen> ['lasən]1. vt1) (unverändert \lassen, unter\lassen) bırakmak;lass doch das Gejammer! bırak bu yakınma tiradını!;\lassen wir das! bırakalım bunu!;lass mich! ( fam) bırak beni!;lass mich in Ruhe! ( fam) beni rahat bırak!;er kann es einfach nicht \lassen bir türlü ondan vazgeçemiyor;tu, was du nicht \lassen kannst! ( fam) ne hâlin varsa gör!;\lassen wir es dabei bunu böylece bırakalım2) (zurück\lassen) bırakmak;sein Leben \lassen ( geh) hayatını vermek3) ( zugestehen)jdm Zeit \lassen birine zaman bırakmak [o tanımak];jdm seinen Willen \lassen birinin istediğini yapmasına izin vermek;das muss man ihr \lassen bu işten anladığını kabul etmek gerekiyor4) (irgendwohin \lassen)Wasser in die Wanne \lassen tekneye su doldurmak;jdm die Luft aus den Reifen \lassen birinin lastikleri söndürmek;lass mich mal vorbei! bırak da bir geçeyim!wir sollten nichts unversucht \lassen denemediğimiz şey bırakmayalım2. <lässt, ließ, lassen> ['lasən] vt mit einem Infinitivlass mich nur machen! bırak beni yapayım!;lass hören! söyle!;so kannst du dich sehen \lassen ortaya böyle çıkamazsın;lass dir das gesagt sein! benden günah gitti!;sich nicht stören \lassen istifini bozmamak;\lassen Sie das nur meine Sorge sein bırakın bana, dert etmeyin kendinize;\lassen Sie mich bitte ausreden bırakın da sözümü bitireyim;einen fahren \lassen ( fam) yellenmek;jdn laufen \lassen ( fam) birisini serbest bırakmak;etw geschehen \lassen bir şeyi oluruna bırakmak;lass ihn nur kommen! bırak da bir gelsin!;2) ( veranlassen)sich scheiden \lassen boşanmak;ich lasse bitten buyurun;er lässt dich grüßen sana selamları var;ich habe mir sagen \lassen, dass... bana dediler ki...3) (unverändert \lassen)etw sein [o bleiben] \lassen bir şeyi değiştirmemek, bir şeyi aynen [o olduğu gibi] bırakmak;jdn hängen \lassen birini atlatmak [o ekmek];sich hängen \lassen kendini bırakmak;etw liegen \lassen ( nicht wegnehmen) bir şeyi yerinde bırakmak; ( vergessen) bir şeyi bırakmak; ( unerledigt lassen) bir işi yüzüstü bırakmak;jdn links liegen \lassen birine yüz vermemek, birini es geçmek;stecken \lassen üstünde bırakmak; ( Schlüssel) kilidin üstünde bırakmak;lass dein Geld stecken! bırak, ben ödeyeceğim!;stehen \lassen ( nicht wegnehmen, vergessen) bırakmak; ( nicht zerstören) bozmamak; ( Essen) yememek; ( sich abwenden) sırt çevirmek (-e); ( bei einem Termin) bekletmek4) ( Imperativ)lass uns gehen! haydi gidelim!;lasset uns beten bırakın, dua edelim;lass es dir schmecken afiyet olsun;lass es dir gut gehen esen kal5) (lassen + sich: möglich sein)das wird sich einrichten \lassen bu yapılır;das lässt sich nicht vermeiden bundan kaçınılmaz;ich will sehen, was sich tun lässt bakayım, ne yapılır;der Wein lässt sich trinken şarap içilir;das lässt sich hören söz söylemek buna derler -
15 держать
tutmak,bulundurmak; dayanmak; beslemek* * *1) врз tutmak; bulundurmakдержа́ть что-л. в рука́х — (elinde) tutmak
держа́ть что-л. над огнём — ateşe tutmak
он держа́л во́ра за́ ру́ку — hırsızın kolunu kavramıştı
она́ держа́ла квартира́нтов — разг. kiracı alırdı
он не держа́л прислу́ги — hizmetçi tutmazdı
он держа́л ла́вку — уст. bir dükkan işletiyordu
иди́, тебя́ никто́ не де́ржит — seni tutan yok, git
держа́ть цветы́ на балко́не — çiçekleri balkonda tutmak / bulundurmak
держа́ть мя́со в холоди́льнике — eti buzdolabında saklamak
э́тот проду́кт нельзя́ держа́ть в холоди́льнике бо́льше неде́ли — bu besin maddesi buzdolabında bir haftadan fazla bekletilemez
держа́ть дом в чистоте́ — evini temiz tutmak
держа́ть миллио́нную а́рмию — milyonluk bir orduyu ayakta tutmak
держа́ть где-л. свои́ войска́ — bir yerde askeri kuvvetlerini bulundurmak
он держа́л пе́рвенство не́сколько лет — перен. birkaç yıl içinde birinciliği kimseye kaptırmamıştı
не держи́ о́кна откры́тыми — pencereleri açık bırakma
2) dayanmakкро́влю де́ржат столбы́ — çatı direklere dayanıyor
держа́ть напо́р воды́ — suyun basıncına dayanmak
3) beslemekдержа́ть кур — tavuk beslemek
она́ держа́ла двух ко́шек — iki kedi besliyordu; iki kedisi vardı
••держа́ть сло́во — sözünü tutmak; sözünün eri olmak
держа́ть экза́мен — sınav vermek; sınava girmek
держа́ть себя́ в рука́х — kendine hakim olmak
держа́ть что-л. в свои́х рука́х — elinde tutmak
держа́ть кого-л. в рука́х — avucunun içinde tutmak
держа́ть путь на юг — güney yönünde yol almak
кора́бль держа́л курс на за́пад — gemi batıya doğru rota alıyordu
так держа́ть! — мор. rotaya devam!
-
16 карт-бланш
м, в соч.предоста́вить карт-бла́нш кому-л. — açık kart / bono vermek
-
17 по
1) ...da, üzerinde;...a, üzerineпо всей стране́ — tüm ülkede
пое́здка по стране́ — yurt / memleket gezisi
турне́ по Евро́пе — Avrupa turnesi
гуля́ть по са́ду — bahçede gezmek
соверша́ть прогу́лку по́ ле́су — ormanda bir gezinti yapmak
прое́хать по мосту́ — köprüden geçmek
идти́ по гря́зи — çamurun içinden yürümek
сле́дуй по пути́ отца́ — перен. babanın yürüdüğü yoldan git
2) в соч.резьба́ по де́реву — tahta oymacılığı
3) ...aуда́р по мячу́ — topa vuruş
уда́рить / бить кого-л. по лицу́ — birinin yüzüne vurmak
откры́ть ого́нь по... —...a ateş açmak
стреля́ть по... —...a... üzerine ateş etmek
4) ( согласно) göre; ile;...dan; olarakпо пла́ну — plana göre
по про́сьбе кого-л. — birinin isteği / arzusu üzerine
по уста́ву — tüzük uyarınca
по протоко́лу — protokol gereğince
по тради́ции — geleneğe uygun olarak
по мои́м часа́м — saatime göre, benim saatimle
по сего́дняшнему ку́рсу (валю́ты) — bugünkü rayiçle
по сове́ту врача́ — doktorun tavsiyesi üzerine
по приглаше́нию прави́тельства — hükümetin daveti üzerine / davetlisi olarak
вы́платы по проце́нтам (на займы) — faiz ödemeleri
продава́ть по междунаро́дным це́нам — uluslararası fiyatlardan satmak
шить по ме́рке — ölçü üzerine dikmek
одева́ться по мо́де — modaya uygun giyinmek
тогда́ хлеб был по ка́рточкам — o zamanlar ekmek karne ile idi
знать что-л. по со́бственному о́пыту — kendi tecrübesiyle bilmek
стано́к произво́дится по шве́дскому пате́нту — tezgah İsveç patenti ile üretiliyor
по како́й статье́ его́ су́дят? — kaçıncı maddeden yargılanıyor?
статья́ зако́на, по кото́рой его́ обвиняют — suçlandığı yasa maddesi
по э́тому де́лу его́ оправда́ли — bu davadan beraat etti
он вы́шёл из тюрьмы́ по амни́стии — genel afla hapisten çıktı
фильм снят по его́ сцена́рию — filim onun senaryosundan çekilmişti
от ка́ждого - по спосо́бностям, ка́ждому - по труду́ — herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre
5) (посредством чего-л.) ile;...danпо звонку́ буди́льника — çalar saatin sesiyle / sesine
по свистку́ судьи́ / арби́тра — спорт. hakemin düdüğü ile
выступле́ние по ра́дио — radyo konuşması
слу́шать что-л. по ра́дио — radyodan dinlemek
что сего́дня передаю́т по ра́дио? — bugün radyoda neler var?
заявле́ние бы́ло пе́редано по ра́дио — demeç radyoda yayınlandı
смотре́ть ма́тчи по телеви́дению — televizyonda maç izlemek
переда́ча идёт / ведётся по двум кана́лам — yayın iki kanaldan yapılıyor
говори́ть по телефо́ну — telefonla konuşmak / görüşmek
об э́том по телефо́ну не ска́жешь — telefonda söylenmez
я получи́л сто рубле́й по по́чте — postadan yüz ruble aldım
вы́играть что-л. по лотере́е — piyangoda kazanmak
по су́ше — karadan, kara yoluyla
э́тот (подъёмный) кран хо́дит / дви́жется по ре́льсам — bu vinç raylar üstünde ileri geri gider
объясни́ть вое́нное положе́ние по ка́рте — askeri durumu harita üzerinden anlatmak
6) (вследствие чего-л.) ile;...dan ötürü,...dığından, dolayısıylaпо рассе́янности — dalgınlıkla
по ста́рой привы́чке — eski alışkanlıkla
по ли́чным моти́вам — kişisel nedenlerden
по состоя́нию здоро́вья — sağlık / sıhhi durumu dolayısıyla
по слу́чаю пра́здника — bayram vesilesiyle
по той же причи́не — aynı nedenden ötürü
7) ( при указании на цель) gereğiпо дела́м слу́жбы — görev gereği / icabı
он вы́ехал по рабо́те / по де́лу — iş gereği / icabı gitti
ме́ры по предотвраще́нию чего-л. — bir şeyi önleme tedbirleri, önleyici tedbirler
8) (в области, в сфере чего-л.)...da, часто передается изафетным сочетаниемспециализи́роваться по фи́зике — fizikte uzmanlaşmak
литерату́ра по ша́хматам — satranç kitapları
сбо́рная СССР по футбо́лу — SSCB futbol karması
конфере́нция по разоруже́нию — silahsızlanma konferansı
четырехсторо́нние соглаше́ния по Берли́ну — Berlin'e ilişkin dörtlü antlaşmalar
чемпиона́т Европы по бо́ксу — Avrupa boks şampiyonası
пе́рвенство по стрельбе́ из лу́ка — okçuluk birincilikleri
тре́нер по пла́ванию — yüzme antrenörü
расхожде́ния во взгля́дах по да́нному вопро́су — bu sorundaki görüş ayrılıkları
9) (на основании каких-л. признаков)...lı;...ca;...danчелове́к по и́мени Ю́рий — Yuri adlı biri
окли́кнуть кого-л. по и́мени — birinin adını seslenmek
звать кого-л. по и́мени — ismiyle çağırmak
споко́йный по хара́ктеру — sakin tabiatlı
ста́рший по во́зрасту — yaşça büyük (olan)
ра́вный по социа́льному положе́нию — sosyal durumca eşit
ро́дственник по отцу́ — baba tarafından akraba
э́то был его́ това́рищ по шко́ле — okuldan arkadaşıydı
това́рищ по кома́нде кого-л. — спорт. takım arkadaşı
я зна́ю его́ по Оде́ссе — onu Odesa'dan tanırım
по своему́ географи́ческому положе́нию — coğrafi konumu / yeri bakımından / itibariyle
задо́лженность по нало́гам — vergi borçları
о́тпуск по бере́менности — gebelik izni
статьи́ разли́чны и по фо́рме и по су́ти — yazılar biçimce de özce de ayrıdır
найти́ рабо́ту по специа́льности — mesleğiyle ilgili iş bulmak
рабо́тать по специа́льности — mesleğinde çalışmak
по лицу́ ви́дно, что он дово́лен — memnun olduğu yüzünden belli
10) ( при указании на меру времени или срок)...ları;...larcaпо вто́рникам — Salı günleri
ка́ждый ве́чер по вто́рникам — her Salı akşamı
по вечера́м — akşamları
по утра́м и вечера́м — akşamlı sabahlı
по це́лым часа́м — saatlerce
не писа́ть (пи́сем) по месяца́м — aylarca yazmamak
по весне́ — bahar gelince, baharla beraber
11) ( в сочетании с числительными)...(ş)arпо одному́ — birer
коло́нна по́ два — ikişerle kol
по́ двое — ikişer ikişer
12) (указывает на количество чего-л. при распределении, обозначении цены и т. п.)...dan;...yaпо рублю́ шту́ка — tanesi bir rubleye
я́блоки продава́лись по рублю́ за килогра́мм — elmanın kilosu bir rubleden satılıyordu
дать всем по я́блоку — hepsine birer elma vermek
13) ( вплоть до) kadar, dekпо по́яс — beline kadar
сне́гу бы́ло по коле́но — diz boyu kar vardı
вы́ставка бу́дет откры́та с 10 по 20 ма́я — sergi 10-20 Mayıs tarihleri arasında açık kalacak
14) (после чего-л.)...dıktan sonra,...ıncaпо истече́нии сро́ка — süre dolunca
по прибы́тии — gelince
по возвраще́нии из Ленингра́да — Leningrad dönüşü
••э́то пальто́ как раз по тебе́ — bu palto tam sana göredir
что мы не де́лали - все не по нём — ne yaptıksa bir türlü beğendiremedik
по мне никто́ не запла́чет — benim ardımdan ağlayanım yok
фру́кты мы ку́пим по доро́ге — meyvayı yoldan alırız
-
18 понятие
с1) филос. kavramпоня́тие приба́вочной сто́имости — artı-değer kavramı
его́ поня́тие о со́вести — onun namus anlayışı
по ны́нешним поня́тиям — bugünün anlayışlarına / telakkilerine göre
дава́ть поня́тие о чём-л. — bir şey hakkında fikir vermek
име́ть чёткое поня́тие о чём-л. — bir şey hakkında / üzerine açık-seçik bir düşüncesi / fikri olmak
••поня́тия не име́ю — hiç haberim yok
-
19 fine
adj. güzel, hoş, ince, narin, hassas, nefis, mükemmel, saf, iyi, uygun————————adv. güzel, hoş, iyi, incecik, ucu ucuna————————n. ceza, para cezası————————v. berraklaştırmak, arıtmak, açılmak, berraklaşmak, para cezası vermek* * *1. ince 2. iyi* * *I 1. adjective1) ((usually of art etc) very good; of excellent quality: fine paintings; a fine performance.) güzel, mükemmel2) ((of weather) bright; not raining: a fine day.) güzel, açık ve güneşli3) (well; healthy: I was ill yesterday but I am feeling fine today!) iyi, sağlıklı4) (thin or delicate: a fine material.) çok ince5) (careful; detailed: Fine workmanship is required for such delicate embroidery.) zarif, ince6) (made of small pieces, grains etc: fine sand; fine rain.) ince/ufak taneli7) (slight; delicate: a fine balance; a fine distinction.) ince, hassas8) (perfectly satisfactory: There's nothing wrong with your work - it's fine.) iyi, güzel2. adverb(satisfactorily: This arrangement suits me fine.) çok iyi, uygun3. interjection(good; well done etc: You've finished already - fine!) çok iyi, bravo- finely- finery
- fine art II 1. noun(money which must be paid as a punishment: I had to pay a fine.) para cezası2. verb(to make (someone) pay a fine: She was fined $10.) para cezasına çarptırmak -
20 patent
adj. patentli, tescilli, patent, açık, aşikâr, belli————————n. patent, tescil————————v. patent almak, patent vermek* * *1. patent 2. patent al (v.) 3. patent (n.)* * *['peitənt, ]( American[) 'pæ-] 1. noun(an official licence from the government giving one person or business the right to make and sell a particular article and to prevent others from doing the same: She took out a patent on her design; ( also adjective) a patent process.) patent2. verb(to obtain a patent for; He patented his new invention.) patentini almak
- 1
- 2
См. также в других словарях:
açık vermek — 1) geliri, giderini karşılamamak 2) gizlenmek istenen bir olayı, bir düşünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açıklamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
açık — sf., ğı 1) Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik. R. N. Güntekin 2) Engelsiz Açık yol. 3) Örtüsüz, çıplak Açık baş. 4) Boş Kâğıtta açık yer kalmadı. 5) Görevlisi olmayan, boş (iş, görev) … Çağatay Osmanlı Sözlük
açık bono — is., tic. Para hanesi boş bırakılarak imza edilen bono, açık senet Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller açık bono vermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
falso vermek — 1) bozulmaya yüz tutmak Artık İstanbul da her şey gevşemiş, falso vermişti. Ö. Seyfettin 2) açık vermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
açık bono vermek — (birine) sınırsız yetki tanımak … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağız — 1. is. Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütü 2. is., ğzı, anat. 1) Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk 2) Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü Küçük bir ağız. 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yol — is. 1) Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik 2) Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı. Ç. Altan 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
baş — 1. is., anat. 1) İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı. N. Cumalı 2) Bir topluluğu yöneten kimse … Çağatay Osmanlı Sözlük
can — is., Far. cān 1) İnsan ve hayvanlarda yaşamayı sağlayan ve ölümle vücuttan ayrılan madde dışı varlık 2) Yaşama, hayat Bir kedi yavrusunu kurtarmak için ipe sarılıp kuyuya iner, canımı tehlikeye koyardım. R. N. Güntekin 3) Güç, dirilik Her şeyde… … Çağatay Osmanlı Sözlük
krem — is., Fr. crème 1) Tene yumuşaklık vermek veya güneş, yağmur vb. dış etkilerden korunmak için sürülen koyu kıvamlı madde 2) sf. Bu kıvamda hazırlanmış olan Krem deterjan. 3) Açık saman rengi 4) sf. Bu renkte olan Vücutlarının yumuşaklığını… … Çağatay Osmanlı Sözlük
açmak — i, ar 1) Bir şeyi kapalı durumdan açık duruma getirmek Kapıyı açan hizmetçi benim kadın olduğumu anlamadı. S. F. Abasıyanık 2) Bir şeyin kapağını veya örtüsünü kaldırmak Örtüyü açmaya mecburum. R. H. Karay 3) Engeli kaldırmak Karla kapanan yolu… … Çağatay Osmanlı Sözlük