Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

açık vermek

  • 1 Angriffsfläche

    Angriffsfläche f fig (jemandem) eine Angriffsfläche bieten (b-nin) boy hedefi olmak, (b-ne) açık vermek

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > Angriffsfläche

  • 2 Blöße

    Blöße f <Blöße; Blößen> (Nacktheit) çıplaklık; fig ayıp, kusur;
    sich (D) eine Blöße geben ek yerini göstermek, açık vermek

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > Blöße

  • 3 Blöße

    Blöße <-n> ['blø:sə] f
    1) ( geh) ( Nacktheit) çıplaklık
    2) sich eine \Blöße geben açık vermek

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Blöße

  • 4 give away

    vermek, armagan etmek; dagitmak; ele vermek, açik etmek; kocaya vermek, evermek

    English to Turkish dictionary > give away

  • 5 clear

    adj. açık, belirli, berrak, şeffaf, saydam, bulutsuz, parlak, aydınlık, belirgin, belli, ortada, aşikâr; temiz, net, anlaşılır; zeki; kuşkusu olmayan, emin; saf, katışıksız, tiz, masum; tüm, tam, bütün; engelsiz, takıntısız
    ————————
    adv. açıkça; uzağa, uzakta; tamamen, bütünüyle
    ————————
    n. boşluk, boş alan
    ————————
    v. açıklamak, aydınlatmak, bilgi vermek, açmak, temizlemek, berraklaşmak, boşaltmak, tahliye etmek, gidermek, kaldırmak; kurtarmak, aklamak; sıyırıp geçmek, aşmak, geçmek; elde etmek, kazanmak; ödemek; kapatmak; gümrükten çekmek; temize çıkarmak; dağılmak; limana giriş veya çıkış izni almak; seyretmek (gemi); ormanda alan açmak
    * * *
    1. açık hale getir (v.) 2. temizle (v.) 3. açık (adj.)
    * * *
    [kliə] 1. adjective
    1) (easy to see through; transparent: clear glass.) saydam, şeffaf
    2) (free from mist or cloud: Isn't the sky clear!) açık, bulutsuz
    3) (easy to see, hear or understand: a clear explanation; The details on that photograph are very clear.) kolayca anlaşılan, belirgin
    4) (free from difficulty or obstacles: a clear road ahead.) açık, serbest, boş
    5) (free from guilt etc: a clear conscience.) huzurlu, rahat
    6) (free from doubt etc: Are you quite clear about what I mean?) iyice anlamış
    7) ((often with of) without (risk of) being touched, caught etc: Is the ship clear of the rocks? clear of danger.) engelsiz, tehlikesiz, serbest
    8) ((often with of) free: clear of debt; clear of all infection.) serbest, kurtulmuş
    2. verb
    1) (to make or become free from obstacles etc: He cleared the table; I cleared my throat; He cleared the path of debris.) temizlemek
    2) ((often with of) to prove the innocence of; to declare to be innocent: He was cleared of all charges.) suçsuz bulmak, aklamak
    3) ((of the sky etc) to become bright, free from cloud etc.) açmak
    4) (to get over or past something without touching it: He cleared the jump easily.) üzerinden aşmak
    - clearing
    - clearly
    - clearness
    - clear-cut
    - clearway
    - clear off
    - clear out
    - clear up
    - in the clear

    English-Turkish dictionary > clear

  • 6 zugänglich

    zugänglich ['tsu:gɛŋlıç] adj
    1) ( erreichbar) erişil(ebil) ir, kolayca ulaşılır, kolay ulaşılabilir; ( aufgeschlossen) açık (fikirli)
    2) ( verfügbar) bulunur, elde bulunan; ( Bibliotheken) açık;
    der Allgemeinheit \zugänglich kamuya açık;
    jdm etw \zugänglich machen birinin bir şeyi kullanmasına izin vermek

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > zugänglich

  • 7 bid

    n. teklif, fiyat teklifi, ihale, para sürme, deklarasyon, girişim, teşebbüs, davet
    ————————
    v. fiyat vermek, teklif vermek, deklare etmek; söylemek, demek, emretmek, davet etmek; elde etmeye çalışmak
    * * *
    1. açık indirime gir (v.) 2. parasal teklif (n.) 3. teklif et (v.) 4. teklif (n.)
    * * *
    [bid] 1. verb
    1) (- past tense, past participle bid - to offer (an amount of money) at an auction: John bid ($1,000) for the painting.) fiyat teklif etmek, fiyat arttırmak
    2) ((with for) - past tense, past participle bid - to state a price (for a contract): My firm is bidding for the contract for the new road.) fiat vermek
    3) (- past tense bade [bæd], past participle bidden - to tell (someone) to (do something): He bade me enter.) söylemek, buyurmak, emretmek
    4) (- past tense bade [bæd], past participle bidden - to express a greeting etc (to someone): He bade me farewell.) demek, dilemek
    2. noun
    1) (an offer of a price: a bid of $20.) fiyat teklifi
    2) (an attempt (to obtain): a bid for freedom.) girişim, çaba
    - bidding
    - biddable

    English-Turkish dictionary > bid

  • 8 verraten

    verraten <unreg, o -ge-, h>
    1. v/t ele vermek, -e ihanet etmek; (erklären) açıklamak, fam açık etmek;
    kannst du mir (mal) verraten, warum? söyler misin (hele), niçin …?;
    nicht verraten! sen söyleme!, açık etme!
    2. v/r: sich verraten kendini açığa vurmak

    Deutsch-Türkisch Wörterbuch > verraten

  • 9 Wort

    Wort <-(e) s, -eo Wörter> [vɔrt, pl 'vœrtɐ] nt
    kelime, sözcük; ( Ausdruck) söz, laf;
    \Wort für \Wort kelime kelime, kelimesi kelimesine;
    im wahrsten Sinne des \Wortes kelimenin tam anlamıyla;
    in \Worten sözle;
    mir fehlen die \Worte söyleyecek söz bulamıyorum, ne diyeceğimi bilemiyorum;
    davon ist kein \Wort wahr bunun bir kelimesi bir doğru değil;
    ein paar \Worte wechseln biraz laflamak;
    ein offenes/ernstes \Wort mit jdm reden biriyle açık açık/ciddi olarak konuşmak;
    das \Wort an jdn richten birine sözü yöneltmek;
    nicht viele \Worte machen fazla laf etmemek;
    jdn mit leeren \Worten abspeisen birini boş laflarla atlatmak;
    etw mit keinem \Wort erwähnen bir şeyin sözünü bile etmemek;
    mit anderen \Worten yani, diğer bir deyişle;
    jdn ( nicht) zu \Wort kommen lassen birinin konuşmasına izin ver(me) mek;
    ein \Wort gab das andere söz sözü açtı;
    hast du \Worte? ( fam) buna ne diyebilirsin ki?;
    das letzte \Wort haben son söz sahibi olmak;
    das \Wort hat Herr Müller söz sırası Bay Müller'de;
    das \Wort ergreifen söze başlamak;
    jdm ins \Wort fallen birinin sözünü kesmek;
    etw in \Worte fassen bir şeyi sözle ifade etmek;
    jdm sein \Wort geben birine söz vermek;
    sein \Wort halten sözünde durmak;
    sein \Wort brechen sözünde durmamak, verdiği sözden dönmek, verdiği sözü tutmamak;
    jdn beim \Wort nehmen birinin sözünü senet saymak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Wort

  • 10 air

    I
    n m
    1 hava [ha'va]
    a yukarıya
    b dağıtmak
    c boş yere
    3 en plein air açık havada
    II
    n m
    hava [ha'va]
    avoir l'air benzemek

    Elle a l'air gentille. — İyi bir kıza benziyor.

    n m
    mus arya

    Dictionnaire Français-Turc > air

  • 11 подставлять

    несов.; сов. - подста́вить
    1) (подо что-л.) altına koymak / yerleştirmek
    2) ( придвигать) çekmek

    к на́шему сто́лику подста́вили еще оди́н — masamıza bir masa daha eklediler

    официа́нт подста́вил ей стул — garson oturacağı sandalyeyi altına sürdü

    3) vermek; uzatmak

    подставля́ть кому-л. плечо́ — birine omuz vermek

    подставля́ть щёку — yanağını uzatmak

    4) ( лишать всякой защиты) açık / savunmasız bırakmak
    ••

    подста́вить но́жку кому-л. — birine çelme takmak; перен. birinin ayağının altına karpuz kabuğu koymak

    Русско-турецкий словарь > подставлять

  • 12 direct

    adj. direkt, doğru, doğrudan doğruya; dolaysız; kestirme; açık; anlaşılır; dürüst; güneş çevresinde doğudan batıya dönen
    ————————
    v. yönetmek, idare etmek, yöneltmek, direktif vermek, komuta etmek, yönlendirmek; yol göstermek; adres yazmak (gönderiye); atfetmek; emretmek
    * * *
    1. doğrudan 2. yönet (v.) 3. doğrudan (adj.)
    * * *
    [di'rekt] 1. adjective
    1) (straight; following the quickest and shortest way: Is this the most direct route?) doğrudan, direkt
    2) ((of manner etc) straightforward and honest: a direct answer.) dürüst, içten
    3) (occurring as an immediate result: His dismissal was a direct result of his rudeness to the manager.) direkt, doğrudan
    4) (exact; complete: Her opinions are the direct opposite of his.) kesin, tam
    5) (in an unbroken line of descent from father to son etc: He is a direct descendant of Napoleon.) doğrudan
    2. verb
    1) (to point, aim or turn in a particular direction: He directed my attention towards the notice.) yöneltmek
    2) (to show the way to: She directed him to the station.) yolu/yeri tarif etmek
    3) (to order or instruct: We will do as you direct.) talimat vermek, emretmek
    4) (to control or organize: A policeman was directing the traffic; to direct a film.) yönetmek
    - directional
    - directive
    - directly
    - directness
    - director
    - directory

    English-Turkish dictionary > direct

  • 13 Blankovollmacht

    sınırsız yetki;
    jdm \Blankovollmacht erteilen birine sınırsız yetki vermek, birine açık bono vermek

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Blankovollmacht

  • 14 lassen

    lassen <lässt, ließ, gelassen> ['lasən]
    1. vt
    1) (unverändert \lassen, unter\lassen) bırakmak;
    lass doch das Gejammer! bırak bu yakınma tiradını!;
    \lassen wir das! bırakalım bunu!;
    lass mich! ( fam) bırak beni!;
    lass mich in Ruhe! ( fam) beni rahat bırak!;
    er kann es einfach nicht \lassen bir türlü ondan vazgeçemiyor;
    tu, was du nicht \lassen kannst! ( fam) ne hâlin varsa gör!;
    \lassen wir es dabei bunu böylece bırakalım
    2) (zurück\lassen) bırakmak;
    sein Leben \lassen ( geh) hayatını vermek
    3) ( zugestehen)
    jdm Zeit \lassen birine zaman bırakmak [o tanımak];
    jdm seinen Willen \lassen birinin istediğini yapmasına izin vermek;
    das muss man ihr \lassen bu işten anladığını kabul etmek gerekiyor
    4) (irgendwohin \lassen)
    Wasser in die Wanne \lassen tekneye su doldurmak;
    jdm die Luft aus den Reifen \lassen birinin lastikleri söndürmek;
    lass mich mal vorbei! bırak da bir geçeyim!
    5) offen \lassen ( Tür, Fenster) açık bırakmak; ( beim Schreiben) boş bırakmak;
    wir sollten nichts unversucht \lassen denemediğimiz şey bırakmayalım
    2. <lässt, ließ, lassen> ['lasən] vt mit einem Infinitiv
    1) ( erlauben) bırakmak; ( zulassen) bırakmak;
    lass mich nur machen! bırak beni yapayım!;
    lass hören! söyle!;
    so kannst du dich sehen \lassen ortaya böyle çıkamazsın;
    lass dir das gesagt sein! benden günah gitti!;
    sich nicht stören \lassen istifini bozmamak;
    \lassen Sie das nur meine Sorge sein bırakın bana, dert etmeyin kendinize;
    \lassen Sie mich bitte ausreden bırakın da sözümü bitireyim;
    einen fahren \lassen ( fam) yellenmek;
    jdn laufen \lassen ( fam) birisini serbest bırakmak;
    etw geschehen \lassen bir şeyi oluruna bırakmak;
    lass ihn nur kommen! bırak da bir gelsin!;
    sich dat einen Bart stehen \lassen sakal bırakmak
    sich scheiden \lassen boşanmak;
    sich dat die Haare schneiden \lassen saçalarını kestirmek;
    ich lasse bitten buyurun;
    er lässt dich grüßen sana selamları var;
    ich habe mir sagen \lassen, dass... bana dediler ki...
    3) (unverändert \lassen)
    etw sein [o bleiben] \lassen bir şeyi değiştirmemek, bir şeyi aynen [o olduğu gibi] bırakmak;
    jdn hängen \lassen birini atlatmak [o ekmek];
    sich hängen \lassen kendini bırakmak;
    etw liegen \lassen ( nicht wegnehmen) bir şeyi yerinde bırakmak; ( vergessen) bir şeyi bırakmak; ( unerledigt lassen) bir işi yüzüstü bırakmak;
    jdn links liegen \lassen birine yüz vermemek, birini es geçmek;
    stecken \lassen üstünde bırakmak; ( Schlüssel) kilidin üstünde bırakmak;
    lass dein Geld stecken! bırak, ben ödeyeceğim!;
    stehen \lassen ( nicht wegnehmen, vergessen) bırakmak; ( nicht zerstören) bozmamak; ( Essen) yememek; ( sich abwenden) sırt çevirmek (-e); ( bei einem Termin) bekletmek
    4) ( Imperativ)
    lass uns gehen! haydi gidelim!;
    lasset uns beten bırakın, dua edelim;
    lass es dir schmecken afiyet olsun;
    5) (lassen + sich: möglich sein)
    das wird sich einrichten \lassen bu yapılır;
    das lässt sich nicht vermeiden bundan kaçınılmaz;
    ich will sehen, was sich tun lässt bakayım, ne yapılır;
    das lässt sich hören söz söylemek buna derler

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > lassen

  • 15 держать

    tutmak,
    bulundurmak; dayanmak; beslemek
    * * *
    1) врз tutmak; bulundurmak

    держа́ть что-л. в рука́х — (elinde) tutmak

    держа́ть что-л. над огнём — ateşe tutmak

    он держа́л во́ра за́ ру́ку — hırsızın kolunu kavramıştı

    она́ держа́ла квартира́нтов — разг. kiracı alırdı

    он не держа́л прислу́ги — hizmetçi tutmazdı

    он держа́л ла́вку — уст. bir dükkan işletiyordu

    иди́, тебя́ никто́ не де́ржит — seni tutan yok, git

    держа́ть цветы́ на балко́не — çiçekleri balkonda tutmak / bulundurmak

    держа́ть мя́со в холоди́льнике — eti buzdolabında saklamak

    э́тот проду́кт нельзя́ держа́ть в холоди́льнике бо́льше неде́ли — bu besin maddesi buzdolabında bir haftadan fazla bekletilemez

    держа́ть дом в чистоте́ — evini temiz tutmak

    держа́ть миллио́нную а́рмию — milyonluk bir orduyu ayakta tutmak

    держа́ть где-л. свои́ войска́ — bir yerde askeri kuvvetlerini bulundurmak

    он держа́л пе́рвенство не́сколько лет — перен. birkaç yıl içinde birinciliği kimseye kaptırmamıştı

    не держи́ о́кна откры́тыми — pencereleri açık bırakma

    кро́влю де́ржат столбы́ — çatı direklere dayanıyor

    держа́ть напо́р воды́ — suyun basıncına dayanmak

    держа́ть кур — tavuk beslemek

    она́ держа́ла двух ко́шек — iki kedi besliyordu; iki kedisi vardı

    ••

    держа́ть сло́во — sözünü tutmak; sözünün eri olmak

    держа́ть экза́мен — sınav vermek; sınava girmek

    держа́ть себя́ в рука́х — kendine hakim olmak

    держа́ть что-л. в свои́х рука́х — elinde tutmak

    держа́ть кого-л. в рука́х — avucunun içinde tutmak

    держа́ть путь на юг — güney yönünde yol almak

    кора́бль держа́л курс на за́пад — gemi batıya doğru rota alıyordu

    так держа́ть! — мор. rotaya devam!

    Русско-турецкий словарь > держать

  • 16 карт-бланш

    м, в соч.

    предоста́вить карт-бла́нш кому-л. — açık kart / bono vermek

    Русско-турецкий словарь > карт-бланш

  • 17 по

    1) ...da, üzerinde;...a, üzerine

    по всей стране́ — tüm ülkede

    пое́здка по стране́ — yurt / memleket gezisi

    турне́ по Евро́пе — Avrupa turnesi

    гуля́ть по са́ду — bahçede gezmek

    соверша́ть прогу́лку по́ ле́су — ormanda bir gezinti yapmak

    прое́хать по мосту́ — köprüden geçmek

    идти́ по гря́зи — çamurun içinden yürümek

    сле́дуй по пути́ отца́ — перен. babanın yürüdüğü yoldan git

    2) в соч.

    резьба́ по де́реву — tahta oymacılığı

    3) ...a

    уда́р по мячу́ — topa vuruş

    уда́рить / бить кого-л. по лицу́ — birinin yüzüne vurmak

    откры́ть ого́нь по... —...a ateş açmak

    стреля́ть по... —...a... üzerine ateş etmek

    4) ( согласно) göre; ile;...dan; olarak

    по пла́ну — plana göre

    по про́сьбе кого-л. — birinin isteği / arzusu üzerine

    по уста́ву — tüzük uyarınca

    по протоко́лу — protokol gereğince

    по тради́ции — geleneğe uygun olarak

    по мои́м часа́м — saatime göre, benim saatimle

    по сего́дняшнему ку́рсу (валю́ты) — bugünkü rayiçle

    по сове́ту врача́ — doktorun tavsiyesi üzerine

    по приглаше́нию прави́тельства — hükümetin daveti üzerine / davetlisi olarak

    вы́платы по проце́нтам (на займы)faiz ödemeleri

    продава́ть по междунаро́дным це́нам — uluslararası fiyatlardan satmak

    шить по ме́рке — ölçü üzerine dikmek

    одева́ться по мо́де — modaya uygun giyinmek

    тогда́ хлеб был по ка́рточкам — o zamanlar ekmek karne ile idi

    знать что-л. по со́бственному о́пыту — kendi tecrübesiyle bilmek

    стано́к произво́дится по шве́дскому пате́нту — tezgah İsveç patenti ile üretiliyor

    по како́й статье́ его́ су́дят? — kaçıncı maddeden yargılanıyor?

    статья́ зако́на, по кото́рой его́ обвиняют — suçlandığı yasa maddesi

    по э́тому де́лу его́ оправда́ли — bu davadan beraat etti

    он вы́шёл из тюрьмы́ по амни́стии — genel afla hapisten çıktı

    фильм снят по его́ сцена́рию — filim onun senaryosundan çekilmişti

    от ка́ждого - по спосо́бностям, ка́ждому - по труду́ — herkesten yeteneğine göre, herkese emeğine göre

    5) (посредством чего-л.) ile;...dan

    по звонку́ буди́льника — çalar saatin sesiyle / sesine

    по свистку́ судьи́ / арби́тра — спорт. hakemin düdüğü ile

    выступле́ние по ра́дио — radyo konuşması

    слу́шать что-л. по ра́дио — radyodan dinlemek

    что сего́дня передаю́т по ра́дио? — bugün radyoda neler var?

    заявле́ние бы́ло пе́редано по ра́дио — demeç radyoda yayınlandı

    смотре́ть ма́тчи по телеви́дению — televizyonda maç izlemek

    переда́ча идёт / ведётся по двум кана́лам — yayın iki kanaldan yapılıyor

    говори́ть по телефо́ну — telefonla konuşmak / görüşmek

    об э́том по телефо́ну не ска́жешь — telefonda söylenmez

    я получи́л сто рубле́й по по́чте — postadan yüz ruble aldım

    вы́играть что-л. по лотере́е — piyangoda kazanmak

    по су́ше — karadan, kara yoluyla

    э́тот (подъёмный) кран хо́дит / дви́жется по ре́льсам — bu vinç raylar üstünde ileri geri gider

    объясни́ть вое́нное положе́ние по ка́рте — askeri durumu harita üzerinden anlatmak

    6) (вследствие чего-л.) ile;...dan ötürü,...dığından, dolayısıyla

    по рассе́янности — dalgınlıkla

    по ста́рой привы́чке — eski alışkanlıkla

    по ли́чным моти́вам — kişisel nedenlerden

    по состоя́нию здоро́вья — sağlık / sıhhi durumu dolayısıyla

    по слу́чаю пра́здника — bayram vesilesiyle

    по той же причи́не — aynı nedenden ötürü

    по дела́м слу́жбы — görev gereği / icabı

    он вы́ехал по рабо́те / по де́лу — iş gereği / icabı gitti

    ме́ры по предотвраще́нию чего-л. — bir şeyi önleme tedbirleri, önleyici tedbirler

    8) (в области, в сфере чего-л.)...da, часто передается изафетным сочетанием

    специализи́роваться по фи́зике — fizikte uzmanlaşmak

    литерату́ра по ша́хматам — satranç kitapları

    сбо́рная СССР по футбо́лу — SSCB futbol karması

    конфере́нция по разоруже́нию — silahsızlanma konferansı

    четырехсторо́нние соглаше́ния по Берли́ну — Berlin'e ilişkin dörtlü antlaşmalar

    чемпиона́т Европы по бо́ксу — Avrupa boks şampiyonası

    пе́рвенство по стрельбе́ из лу́ка — okçuluk birincilikleri

    тре́нер по пла́ванию — yüzme antrenörü

    расхожде́ния во взгля́дах по да́нному вопро́су — bu sorundaki görüş ayrılıkları

    9) (на основании каких-л. признаков)...lı;...ca;...dan

    челове́к по и́мени Ю́рий — Yuri adlı biri

    окли́кнуть кого-л. по и́мени — birinin adını seslenmek

    звать кого-л. по и́мени — ismiyle çağırmak

    споко́йный по хара́ктеру — sakin tabiatlı

    ста́рший по во́зрасту — yaşça büyük (olan)

    ра́вный по социа́льному положе́нию — sosyal durumca eşit

    ро́дственник по отцу́ — baba tarafından akraba

    э́то был его́ това́рищ по шко́ле — okuldan arkadaşıydı

    това́рищ по кома́нде кого-л.спорт. takım arkadaşı

    я зна́ю его́ по Оде́ссе — onu Odesa'dan tanırım

    по своему́ географи́ческому положе́нию — coğrafi konumu / yeri bakımından / itibariyle

    задо́лженность по нало́гам — vergi borçları

    о́тпуск по бере́менности — gebelik izni

    статьи́ разли́чны и по фо́рме и по су́ти — yazılar biçimce de özce de ayrıdır

    найти́ рабо́ту по специа́льности — mesleğiyle ilgili iş bulmak

    рабо́тать по специа́льности — mesleğinde çalışmak

    по лицу́ ви́дно, что он дово́лен — memnun olduğu yüzünden belli

    по вто́рникам — Salı günleri

    ка́ждый ве́чер по вто́рникам — her Salı akşamı

    по вечера́м — akşamları

    по утра́м и вечера́м — akşamlı sabahlı

    по це́лым часа́м — saatlerce

    не писа́ть (пи́сем) по месяца́м — aylarca yazmamak

    по весне́ — bahar gelince, baharla beraber

    по одному́ — birer

    коло́нна по́ два — ikişerle kol

    по́ двое — ikişer ikişer

    12) (указывает на количество чего-л. при распределении, обозначении цены и т. п.)...dan;...ya

    по рублю́ шту́ка — tanesi bir rubleye

    я́блоки продава́лись по рублю́ за килогра́мм — elmanın kilosu bir rubleden satılıyordu

    дать всем по я́блоку — hepsine birer elma vermek

    13) ( вплоть до) kadar, dek

    по по́яс — beline kadar

    сне́гу бы́ло по коле́но — diz boyu kar vardı

    вы́ставка бу́дет откры́та с 10 по 20 ма́я — sergi 10-20 Mayıs tarihleri arasında açık kalacak

    14) (после чего-л.)...dıktan sonra,...ınca

    по истече́нии сро́ка — süre dolunca

    по прибы́тии — gelince

    по возвраще́нии из Ленингра́да — Leningrad dönüşü

    ••

    э́то пальто́ как раз по тебе́ — bu palto tam sana göredir

    что мы не де́лали - все не по нём — ne yaptıksa bir türlü beğendiremedik

    по мне никто́ не запла́чет — benim ardımdan ağlayanım yok

    фру́кты мы ку́пим по доро́ге — meyvayı yoldan alırız

    Русско-турецкий словарь > по

  • 18 понятие

    с
    1) филос. kavram

    поня́тие приба́вочной сто́имости — artı-değer kavramı

    2) врз anlayış, telakki; düşünce, fikir (- kri)

    его́ поня́тие о со́вести — onun namus anlayışı

    по ны́нешним поня́тиям — bugünün anlayışlarına / telakkilerine göre

    дава́ть поня́тие о чём-л.bir şey hakkında fikir vermek

    име́ть чёткое поня́тие о чём-л. — bir şey hakkında / üzerine açık-seçik bir düşüncesi / fikri olmak

    ••

    поня́тия не име́ю — hiç haberim yok

    Русско-турецкий словарь > понятие

  • 19 fine

    adj. güzel, hoş, ince, narin, hassas, nefis, mükemmel, saf, iyi, uygun
    ————————
    adv. güzel, hoş, iyi, incecik, ucu ucuna
    ————————
    n. ceza, para cezası
    ————————
    v. berraklaştırmak, arıtmak, açılmak, berraklaşmak, para cezası vermek
    * * *
    1. ince 2. iyi
    * * *
    I 1. adjective
    1) ((usually of art etc) very good; of excellent quality: fine paintings; a fine performance.) güzel, mükemmel
    2) ((of weather) bright; not raining: a fine day.) güzel, açık ve güneşli
    3) (well; healthy: I was ill yesterday but I am feeling fine today!) iyi, sağlıklı
    4) (thin or delicate: a fine material.) çok ince
    5) (careful; detailed: Fine workmanship is required for such delicate embroidery.) zarif, ince
    6) (made of small pieces, grains etc: fine sand; fine rain.) ince/ufak taneli
    7) (slight; delicate: a fine balance; a fine distinction.) ince, hassas
    8) (perfectly satisfactory: There's nothing wrong with your work - it's fine.) iyi, güzel
    2. adverb
    (satisfactorily: This arrangement suits me fine.) çok iyi, uygun
    3. interjection
    (good; well done etc: You've finished already - fine!) çok iyi, bravo
    - finery
    - fine art
    II 1. noun
    (money which must be paid as a punishment: I had to pay a fine.) para cezası
    2. verb
    (to make (someone) pay a fine: She was fined $10.) para cezasına çarptırmak

    English-Turkish dictionary > fine

  • 20 patent

    adj. patentli, tescilli, patent, açık, aşikâr, belli
    ————————
    n. patent, tescil
    ————————
    v. patent almak, patent vermek
    * * *
    1. patent 2. patent al (v.) 3. patent (n.)
    * * *
    ['peitənt, ]( American[) 'pæ-] 1. noun
    (an official licence from the government giving one person or business the right to make and sell a particular article and to prevent others from doing the same: She took out a patent on her design; ( also adjective) a patent process.) patent
    2. verb
    (to obtain a patent for; He patented his new invention.) patentini almak

    English-Turkish dictionary > patent

См. также в других словарях:

  • açık vermek — 1) geliri, giderini karşılamamak 2) gizlenmek istenen bir olayı, bir düşünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açıklamak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • açık — sf., ğı 1) Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik. R. N. Güntekin 2) Engelsiz Açık yol. 3) Örtüsüz, çıplak Açık baş. 4) Boş Kâğıtta açık yer kalmadı. 5) Görevlisi olmayan, boş (iş, görev) …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • açık bono — is., tic. Para hanesi boş bırakılarak imza edilen bono, açık senet Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller açık bono vermek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • falso vermek — 1) bozulmaya yüz tutmak Artık İstanbul da her şey gevşemiş, falso vermişti. Ö. Seyfettin 2) açık vermek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • açık bono vermek — (birine) sınırsız yetki tanımak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • ağız — 1. is. Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütü 2. is., ğzı, anat. 1) Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk 2) Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü Küçük bir ağız. 3)… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • yol — is. 1) Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik 2) Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı. Ç. Altan 3)… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • baş — 1. is., anat. 1) İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı. N. Cumalı 2) Bir topluluğu yöneten kimse …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • can — is., Far. cān 1) İnsan ve hayvanlarda yaşamayı sağlayan ve ölümle vücuttan ayrılan madde dışı varlık 2) Yaşama, hayat Bir kedi yavrusunu kurtarmak için ipe sarılıp kuyuya iner, canımı tehlikeye koyardım. R. N. Güntekin 3) Güç, dirilik Her şeyde… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • krem — is., Fr. crème 1) Tene yumuşaklık vermek veya güneş, yağmur vb. dış etkilerden korunmak için sürülen koyu kıvamlı madde 2) sf. Bu kıvamda hazırlanmış olan Krem deterjan. 3) Açık saman rengi 4) sf. Bu renkte olan Vücutlarının yumuşaklığını… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • açmak — i, ar 1) Bir şeyi kapalı durumdan açık duruma getirmek Kapıyı açan hizmetçi benim kadın olduğumu anlamadı. S. F. Abasıyanık 2) Bir şeyin kapağını veya örtüsünü kaldırmak Örtüyü açmaya mecburum. R. H. Karay 3) Engeli kaldırmak Karla kapanan yolu… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»